Bediüzzaman Hazretleri, hayatının 1921 baharına kadar
olan 44 senelik dönemini ‘Eski Said Dönemi’ diye
isimlendirir.
Hazret-i Üstad, hayatının bu döneminde
siyasetle İslâm’a hizmet etmeyi düşünmüştür. Bunun
için İslâm’ın siyasî ve içtimaî hayatıyla ciddi anlamda
meşgul olup bu alanlara kalemiyle, sözleriyle
ve eylemleriyle etkili bir surette müdahale etmiştir.
Doğu vilâyetlerini temsilen Rumeli seyahatinde Sultan
Reşat’a refakat etmesi; bu seyahatinde kalabalık halk
topluluklarına nutukta bulunması; İstanbul’da kahvehaneleri
tek tek dolaşıp Kürt hamallara ve Güney Doğu’daki
şehirleri gezip Kürt aşiretlerine 2. Meşrutiyetin
maslahatlarını izah ederek onları ikna etmeye çalışması;
31 Mart olaylarında tek bir nutukla, ayaklanan sekiz tabur
askeri yatıştırarak komutanlarına itaate sevk etmesi; İngilizlerin
İstanbul’u işgali esnasında, onların bütün sinsi
ve hain planlarını bozan Hutuvât-ı Sitte isimli eserini telif edip perde altında neşretmesi; Osmanlı’nın en yüksek ve
seçkin bir ilmî teşkilâtı olan Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’de
aza olması; İngiliz baskısı altında İstanbul’da yayınlanan
Şeyhü’l-İslâm fetvasına karşı bir fetva yayınlayarak, Anadolu’da
başlatılan Kuva-yı Milliye hareketlerini ‘cihat’ ve
bu hareketlere katılanları ‘mücahit’ olarak ilan ederek İstiklâl
Harbi’ne çok ciddi bir destek vermesi gibi daha pek
çok örnekler gösterir ki Eski Said döneminde Bediüzzaman
Hazretleri, siyasetin ve içtimaî hayatın merkezindeydi.
Bütün maddî ve manevi müktesebâtıyla Osmanlı’nın
ve ümmetin içine düştüğü dehşetli sıkıntılardan
kurtulabilmesi adına mücadele ve mücahede etmiştir.
Bediüzzaman Hazretlerinin, çok ağır bedeller ödeyerek
ortaya koyduğu bu mücadelesini ve bu mücadelenin
miras bıraktığı tecrübî birikimi görmezden gelerek,
onun, fikrî planda sadece iman davasıyla meşgul
olduğunu ve bir ‘eylem adamı’ olmadığını iddia etmek,
hakikate ve vâkıaya uygun bir yaklaşım tarzı değildir.
Dolayısıyla siyasî idarecilerini belirleyen, yönetim şeklini
tayin eden, güncel siyaseti takip ederek cüretle yorumlar
yapıp hükümler veren biz seçmenlerle, bizleri
maddeten yöneten siyasî idarecilerin ve manen yönlendiren
kanaat önderlerinin, Bediüzzaman Hazretlerinin
siyasî ve içtimâi birikiminden istifade etmesinin özellikle
de bu zamanda büyük bir önemi olduğunu düşünüyoruz.
İşte tam bu bağlamda, ‘Münâzarât Risalesi’ ayrı bir öneme
sahiptir. Bu risale, 1911’de 2. Meşrutiyet’in üçüncü
senesinde, ortaya çıkan hürriyet ve af ortamında, İslâmislâmiyet
dairesindeki meşrutiyeti tanıtmak ve kabul ettirmek
için Bediüzzaman Hazretleri ile Güneydoğu’daki Kürt aşiretler
arasında soru-cevap tarzında cereyan eden konuşmalardan
oluşur. Bunun içinde İslâm’ın siyasî ve içtimaî
hayatıyla alâkalı pek çok düstur ve ölçüleri ihtiva eder.
Öncelikle bu çalışma, Münazarât Risalesi’nin baştan sona
kadar cümle cümle ele alındığı, telif edildiği zaman ve zeminin
şartları içinde cümlelerin neleri ve kimleri kasdettiğinin
izahının yapıldığı klasik bir şerh çalışması değildir.
Bu çalışma, İslâm’ın siyasî ve içtimaî hayata bakan düstur
ve ölçülerini tespit edebilmek adına, Münâzarât
Risalesi üzerinde yapılan bir ‘tespit’ çalışmasıdır. Bu
gayeyle zaman, mekân ve şahıslara değil, sadece Hazret-
i Üstad’ın verdiği cevaplardaki ilmî tahlil ve izahlara
dikkat etmeye çalıştık. Bu tahlil ve izahları, rahatça
anlaşılabilmeleri için şerh etmeye gayret ettik. Başlıklar
altında beyan etmeye çalıştığımız ölçü ve düsturların
göreceli, ‘bizce’ ve nazarî birer çıkarım olmadıklarının
anlaşılması için de Münâzarât Risalesi’ndeki
orijinal ifadeleri çerçeve içine alarak altlarına yazdık.
Gayret bizden, tevfik ise âlemlerin Rabbi olan Allah’tandır.