“Risâle-i Nûr’un Mahiyeti ve İstifade Yolları” adlı kitabımızda
Üstad Bediüzzaman’ın kısa hayatı ve kişiliği, Risâle-i Nûr’un kelam,
tefsir, müceddid ve -tasavvuf gibi- insanı hakikate ulaştıran
bir meslek oluşu, ele aldığı konular, (muhtevası) ve ona talebe
olmanın şartları üzerinde durmuştuk. Bu kitabımızda, birinci
kitabın hacmini artırmamak için ele alamadığımız bazı konular
üzerinde duruyoruz. Yine önceki kitabımızda Risâle-i Nûr’un
konularını ele alırken fihrist niteliğindeki konular üzerinde durmuş,
açıklamalara girememiştik. Burada bu konuları genişçe ele
alarak, külliyatın genel bir tanıtımını yapacagız.
Kitabımızı dört kısma ayırdık.
Birinci kısımda; Risâle-i Nûr faaliyetinin bütün dünyadaki
İslâmî faaliyetlerle ortak ve farklı yönleri, Risâle-i Nûr’un tefsir
yönü ve kelamda tecdid oluşu üzerinde durduk. Bu bölüm, öncek
i kitabımızdaki tefsir, kelam, tecdid kısımlarının tetimmesi
kabilindendir.
İkinci kısımda; Üstad Bediüzzaman’ın Kur’ân’ın temel dört esası
dediği ve risalelerde de çoklukla üzerinde durduğu “Tevhid,
Risalet, Haşir, Adalet ve İbadet” konuları üzerinde durduk.
Üçüncü kısımda; Kur’ân’ın mucize oluşu, hadislere yönel
ik itirazlara karşı hadislerin müdafaası, içtihad tartışmaları,
tasavvuf, nefis terbiyesi, bu zamanın cemaat zamanı oluşu,
Üstadın Medresetü’z-Zehrâ Üniversitesi projesi, bilimin
İslâmileştirilmesi ve İslâm birliği üzerinde durduk.
Dördüncü kısımda; toplumdaki sosyal gurupların tahlili üzerinde
durduk. Burada Şia, Vehhabilik, milliyetçilik, felsefe, ateizm,
Batı medeniyeti ve ehl-i kitap konularını ele aldık.
Kitabımızın sahasında ilk ve tek olduğuna, risaleleri bilhassa ilk
defa okuyanlar için rehber niteliğinde olacağına inanıyoruz.
***
Konuyu bitirmeden önce “Risâle-i Nûr’un anlaşılmazlığı” konusundak
i şikâyet üzerinde de durmalıyız.
Risâle-i Nûr, anlaşılmaz bir kitap değildir. Zira yazıldığı günden
bugüne gelinceye kadar risaleler halkın büyük beğenisine mazhar
olmuştur. Hatta risaleler, bugün günümüz toplum hayatına
en çok tesir eden kitap olma özelliğine sahiptir. (Entelektüel
kesim, baskılardan dolayı 1990 yılına kadar risalelerden daima
uzak durmuştur.) Halkın beğenisine mazhar olması, risalelerin
anlaşıldığının en büyük delilidir. Çünkü insanlar, anlamadıkları
kitabın etrafına toplanmazlar.
-Kasıtlı olmamak şartıyla- anlayamadıklarını söyleyenler, genell
ikle risaleleri ilk defa okuyan kimselerdir. Risaleleri ilk defa
okuyanların anlayamamalarının ise iki önemli sebebi var: Dili-
nin agırlığı ve konularının dağınık oluşu.
Dil konusu, yalnızca risaleleri değil, bizim bütün kültürümüzü
ilgilendiren, üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir konudur.
Burada konu üzerinde genişçe durmamız mümkün değil,
bu yüzden birinci kitabımızda söylediklerimizi burada da tekrar
etmek istiyoruz:
“Dilinin ağırlığının Risâle-i Nûr’un anlaşılmasını güçleştirdiği
doğrudur. Çünkü Risâle-i Nûr bundan seksen sene öncesinin
diliyle yazılmıştır. Risâle-i Nûr, yazıldığı yıllarda anlaşılıyor ve
bu konuda bir güçlük de hissedilmiyordu. Zaten Üstad, Sözler
kitabının başında ‘avam lisanıyla’ yani halk diliyle yazıldığını ifade
eder. Aradan geçen seksen sene boyunca dilde yapılan tahri-
batlar, bu eserleri nisbeten anlaşılmaz hale getirmiştir. Fakat bu
hal, yalnızca Risâle-i Nûr’un değil, bundan yüz sene önce yazılmış
bütün kitapların ortak bir kaderidir.”
“Dil alanında yapılan tahribatlar neticesinde, bizler kendi tarih
ve kültüründen koparılmış bir millet haline getirildik. Böyle
bir durumda, Risâle-i Nûrları öğrenmek isteyen kimseler olarak
bize düşen vazife nedir? Ya risâleleri anlamak için sadeleşt
ireceğiz -ki bu hal eserin orijinalliğini bozacağından ve birçok
manaların da değişmesini ve yok olmasını netice vereceğinden
pek isabetli bir yol değildir- veyahut risâlelerde geçen ve bizim
kültürümüzün, bizim tarihimizin yadigârı olan o kelimeleri öğreneceğiz.”
***
Risalelerin anlaşılmazlığına sebep olan ikinci madde de konuların
dağınıklığı demiştik.
Külliyatın bütününe baktığımızda, ard arda gelen risaleler arasında
konu yönünden belli bir sıra takip edilmediği ve konular
arası ilişkinin olmadığı görülür. Üstadın bazı ifadelerinden, risaleler
i telif ederken kendince bir sıralama ve tertip düsündügü anlaşılıyor.
Fakat bu sıralamada konular arası ilişki üzerinde durul
madığı, konu yönünden her bir risalenin diğerlerinden bağımsız
olarak ele alındığı, önceki ve sonraki risalelerle konu birlikteliği
olmadığı görülüyor. Örneğin 9. Söz namazla, 10. Söz Haşirle, 26.
Söz kaderle, 27. Söz sahabelerle, 28. Söz cennetle; 19. Mektup
Peygamberimizin mucizeleriyle, 20. Mektup tevhidle, 21. Mektup
ana-baba hakkıyla; 23. Lem’a tabiatla, 24. Lem’a tesettürle,
25. Lem’a hastalarla ilgilidir.
Keza aynı konuyla ilgili risaleler farklı farklı yerlerdedir. Örneğ
in, namazla ilgili 4. Söz, 9. Söz, 21. Söz arka arkaya gelmez.
diğer konular da öyledir. Bu yönüyle, risaleler telif edilirken ri-
saleler arası, konular arası ilişki ve sıra gözetilmemiştir, demek
mümkün görünüyor. Tabii ki bu hal, konular arası bağlantının
kurulmasını da zorlaştırıyor.
Belli bir sırayla telif edilmeyişi, muhtemelen risalelerin telif edild
iği zaman ve sartlarla ilgili bir durumdur. Risaleler rahat ortamlarda
değil, daima sıkıntılara maruz kalınmışken, zor sartlarda
yazılmıştır. Üstad, risalelerin telifi döneminde değişik yerlerde
sürgün veya hapis(1) hayatı yaşamış, daima baskılara maruz kalmış,
hayatı, tanımadığı bir ortamda, tanımadığı insanlar arasında
geçmiştir. Bütün bu zorluklara rağmen o, etrafına bir talebe
kitlesi toplamak, hem kendine düşman olanlara karşı kendini ve
davasını savunmak, hem toplumda meydana gelen gayri İslâmî
fikirlere cevap vermek mecburiyetindeydi. Her bir risale, saydığımız
durumlara ve toplumda değişik zamanlarda ortaya çıkan
farklı problemlere çözüm olmak için kaleme alındığından, konular
ister istemez farklı farklı olmuştur.
Fakat külliyatın bütünü göz önüne alınıp da birbiriyle irtibatlı
parçalar bir araya getirildiğinde, risalelerde oldukça mükemmel
bir sistematiğin uygulandığı görülür. Bu bütünde, en küçügünden
en büyügüne varıncaya kadar, bütün parçalar birbiriyle
uyum halindedir. Örneğin; 10. Söz’le, 29. Söz; 26. Mektub’daki
‘milliyetçilik’ bahsiyle, 29. Mektub’un 6. Risalesi’ndeki ‘milliyetç
ilik’ birbirlerini tamamlarlar. Risalelerin belli bir sıra halinde
telif edilmeyişi, bu sistematiği anlamayı güçleştirmektedir. Bu
sistematik, ancak bütünün (veya bütünü olusturan anlamlı parçanın)
kavranması ve birleştirilmesiyle ortaya çıkmaktadır.(2)
Bu kitapla, -elimizden geldiğince- Risâle-i Nûr’un bütününde
var olan, fakat konular arasında gizli kalan bütünlüğü, sistemat
iği ortaya çıkarmaya, Risâle-i Nûr’un bir haritasını yapmaya çalıştık.
Bu haritayla Risâle-i Nûr memleketinde gezenlerin onu
daha iyi tanıyacaklarına inanıyoruz. Fakat bu tanıtma, genel
hatlarıyla bir tanıtma olacak. Haritayla bir memleket hakkında
ancak genel bir bilgi elde edilebilir. O memlekete gidip haritanın
yol göstericiliğiyle gezmek, elbette daha farklı bir olaydır.
(1). Lem’alardan; 27, 28, 29, 30’uncu Lem’alar, Şua’lardan; 10, 11, 12, 13, 14,
15’inci Şua’lar hapishanelerde yazılmıştır. Sayfa adedi olarak bu risaleler,
külliyatın 1/5’ine tekabül eder.
(2). Üstad da konu dağınıklığının farkındadır. Risalelerin bazı yerlerinde
talebelerin risaleleri tanzim etmesine dair tavsiyeleri vardır. Örneğin;
Kastamonu Lahikası’nda şöyle der: “Zannediyorum ki, hakaik-i âliye-i
imaniyeyi tamamıyla Risâle-i Nûr, ihata etmiş. Yalnız bazı (yerler) izah ve
tafsile muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmis gibi bana geliyor. Sizin
vazifeniz devam ediyor. Ve insâallah vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve
tahsiye ile ve nesir ve talim ile belki Yirmibeşinci ve Otuzikinci Mektubları
te’lif ile ve Dokuzuncu Şua’ın Dokuz Makamını tekmil ile ve Risâle-i Nûr’u
tanzim ve tertib ve tashih ile devam edecek.